top of page

A-B-C Performans Katmanları ve Sessiz Beyin Göçü


Storks, Mykael Gray
Storks, Mykael Gray

Güney Kore ve Japonya üzerine son dönemde gördüğümüz çalışma kültürü örnekleri düşündürücü. İki ülke de yüksek eğitim düzeyi ve düşük işsizlik oranlarıyla anılıyor; ancak içeride bambaşka bir dinamik var.

İşgücü yapısı üçe ayrılıyor:

A seviyesi: yüksek performans, yüksek tempo, yüksek merak

B seviyesi: işin gerçek omurgası, yükü taşıyan

C seviyesi: düşük performans ama yüksek kıdem koruması altında

A’lar normalde A’larla çalışmak ister; çünkü yenilik ve verimlilik burada doğar. Fakat düşük performansın sistemden çıkarılmasının zor olduğu ortamlarda:

  • A’lar C’lere mecbur ediliyor

  • B’ler hem yukarı hem aşağı baskıyı taşıyor ve yaşıyor

  • C’ler sisteme sabitleniyor

Zaman içinde şöyle bir eğri oluşuyor:

  1. A’lar yalnızlaşıyor

  2. B’ler yıpranıyor

  3. En önce A’lar gidiyor

  4. B’ler kırılganlaşıyor

  5. Sistem C’lerin etrafında dönüyor


Bu, dışarıdan güçlü görünen ekonomilerin içerde yaşadığı dinamizm kaybının temel nedeni.


Peki A’lar nereye gidiyor? Ve neden?

A seviyesindeki çalışanların göç motivasyonları çok net:


ABD'ye gidenler performans + hız için gidiyor

  • Hiyerarşi daha esnek

  • Terfi tamamen performans üzerinden

  • “Benim gibi çalışanlarla birlikteyim” hissi var

    A’lar burada nefes alıyor çünkü büyüme hızı beklentileriyle uyumlu.


Kanada / İskandinavya: İnsani güvenlik + denge

  • İş-yaşam dengesi güçlü

  • Çalışırken yaşamak mümkün

  • Adalet duygusu yüksek

    A’lar için "hem üretirim hem de yaşarım" ülkeleri.


Almanya / Hollanda / Avustralya: Öngörülebilirlik + düzen

  • Kural net

  • İş yapma kalitesi yüksek

  • Rastlantısallık yok

    A’ların sevdiği şey: tahmin edilebilirlik ve kalite.


Kore / Japonya’dan çıkış nedenleri

  • Aşırı yük

  • Verimsiz iç süreçler

  • Düşük performansın sistemik korunması

  • Kıdeme dayalı ilerleme

  • Yenilik hızının düşmesi

  • Yüksek stres + düşük yaşam alanı


A’lar bu tabloyu çok hızlı okuyor ve ayrılıyor. Bu nedenle en sessiz ama en kritik kayıp, ülkenin A seviyesindeki zihinleri oluyor.

Bir toplumda önce A’ların gitmesi, dinamizm çekirdeğinin sönmesi demek. Ekonomi büyüyebilir, ama inovasyon ve yaşam kalitesi geriye gidiyor.

Aslında beyin göçünü ilk başlatanlar, o toplumun geleceğini taşıyanlar, yazık….


Bu konuyu daha fazla okumak ister misiniz? O zaman resimden sonra aşağıya doğru kaydırabilirsiniz:

Flute And Migratory Birds, Paul Batou
Flute And Migratory Birds, Paul Batou

Güney Kore ve Japonya’da başarı mitinin kırıldığı, gençliğin görünmez bir yük taşıdığı yeni dönem

Asya’nın iki yıldızı Japonya ve Güney Kore dışarıdan bakıldığında verimlilik, düzen, teknoloji, refah ve “başarmış toplum” imgesiyle parlıyor. Ancak ışığın bir de karanlık bir yüzü var: Çalışma hayatının görünmeyen bedeli. Bugün bu ülkelerde genç olmak, artık bir refah hikayesi değil; tarihsel bir borcu sırtında taşımak gibi.


İşsizlik istatistikleri düşük (%4–6). Eğitim seviyesi yüksek. Ekonomiler büyük. Hiç bir şey göründüğü gibi değil ama: Gençler tam zamanlı iş bulamıyor, bulsalar yaşayamıyor, yaşasalar da hayatta kalamıyor.

Bu kriz, bugünün krizi değil. En az 60 yılllık.


1. Başarı = Aile Onuru: Part-Time İşin Kültürel Ağırlığı

Türkiye’de iş bulamamak hayal kırıklığı yaratıyorsa Kore ve Japonya’da ise tam zamanlı, prestijli bir pozisyona girememek ailenin yüzünü yere eğmek anlamına geliyor.

Çünkü bu ülkelerde:

  • İş = kimlik

  • İş = toplumsal uyum

  • İş = kendi ailesini kurma ihtimali

  • İş = aile adına taşıdığı sembolik görev

Part-time çalışmak, hem ekonomik hem de ahlaki bir eksiklik olarak görülüyor. Hatta bu kültürel baskı, ekonomik baskıdan daha ağır.


2. “İşten Atamıyorsan, İşe Alamazsın”: Aşırı Korumanın Aşırı Tıkanması

1980’lerden sonra gelen sert işçi hareketlerinin yarattığı tepkiyle Kore ve Japonya aşırı korumacı bir iş hukuku yarattı. (Kore'de bir genç ağır çalışma koşullarından ötürü kendini yaktı, ölürken son sözleri "Açım" oldu. Bu gibi trajediler yaşandıkça iş hukuku değişti)

Güney Kore’de bir çalışanın işten çıkarılması için:

  • Neredeyse yüz kızartıcı cezai bir suç işlemiş olması,

  • Ya da şirketin resmen iflas etmesi gerekiyor.

Bu ilk bakışta çalışan lehine bir kazanım gibi görünse de paradoks çok net:

İşten çıkaramayan şirket, kimseyi işe almak istemiyor.

Sonuç:

  • Gençler kapının dışında kalıyor.

  • Şirketler “yanlış kişiyi” işe almaktan korktuğu için aşırı seçici davranıyor.

  • Mülakatlar yıllarca sürüyor.

İşe girenler “başarılı çocuk”, giremeyenler “aile draması”.


3. İş Güvencesi Var, Yaşam Güvencesi Yok

Güney Kore ve Japonya’nın modern çalışma hayatı bir ironi üzerine kurulu:

Tam zamanlılar aşırı korunuyor. Yeni mezunlar hiç korunmuyor. İşten çıkarma engellendikçe mevcut çalışanların İş yükü artıyor. Doğal olarak gençler tükeniyor.

Bu yüzden bugün Kore’de:

  • Gençler sözleşmeli, yarı zamanlı veya projeli çalışıyor.

  • Tam zamanlı pozisyonlar sadece elitleşmiş bir gruba gidiyor.

  • “İşsizlik düşük” ama kaliteli iş oranı da düşük.

Ekonomi büyüyor ama bireyin yaşam alanı küçülüyor.


4. Tarihsel Yük: 1960–80 Arası Kurulan Fabrika-Toplum Modeli

Bugünü anlamak için 1960’lara dönmek şart.

Savaş sonrası yıkılmış ve aç bir Güney Kore, hayatta kalmak için devlet eliyle bir kampanya başlattı: “Çalışmak milli görevdir.”

Bu dönem boyunca:

  • Grev yasak

  • Sendika yasak

  • Ücretler düşük

  • Çalışma saatleri 14–16 saat

  • Çocuk işçiler tekstilde

  • Tuvaleti 500 kişi paylaşıyor

  • “Endüstriyel asker” kavramı devlet söyleminde yer alıyor

Bu ethos, Japonya’da da benzer şekilde devlet ve şirketlerin işbirliğiyle kurulan “ömür boyu istihdam” düzenine kodlandı.

Bugünün gençleri hala bir önceki kuşağın fedakarlık mirasını taşımaya zorlanıyor.


5. Pendulum Etkisi: Aşırı Sömürü Aşırı Koruma Aşırı Tıkanma

1987’de Güney Kore’de milyonlarca işçinin katıldığı büyük grevler, 1980’lerde Japonya’daki işçi hareketleri gibi, iki ülkede de “bir daha kimse sömürülemeyecek” fikrini doğurdu.

Devletler çok hızlı bir dönüşüm yaptı:

  • “Hiç hakkı olmayan işçi” den “Neredeyse hiçbir şekilde işten çıkarılamayan işçi.”

Bu da yeni bir tıkanma yarattı:

  • Şirketler esnek olamadı.

  • Üretkenlik baskısı arttı.

  • Genç işsizliği kağıt üzerinde düşük ama pratikte yüksek kaldı.

  • Aşırı koruma kronik güvencesizlik üretti.


6. 40 Yaş Krizi: Onur Emekliliği ve Kapalı Kapıdan Çıkarma

Japonya’da madogiwa-zoku, Kore’de “onur emekliliği”:

  • Çalışan işten atılamıyor,

    ama

  • İş verilmeden küçük bir odaya kapatılıyor.

  • Sorunsuz çıkması bekleniyor.

  • Psikolojik baskı “kendi isteğiyle ayrılma” yaratıyor.

Bu yöntem, hukuken yasak olan işten çıkarma mekanizmasının daha sessiz ama daha yıpratıcı bir versiyonu.


7. Karoşi ve Genç Ölümü: Sistemik Bir Sonuç, Tesadüf Değil

80 saat çalışıp ölen 26 yaşındaki Hyo-won, istisna değil.Güney Kore’de yılda 200’den fazla genç aşırı çalışmadan ölüyor.

Şirketler:

  • Yeni insan almak istemiyor

  • Olanlara aşırı yük yüklüyor

  • Fazla mesai kültürü norm haline geliyor

  • Gençler “şikayet edersem işsiz kalırım” diye susuyor

Bu, kişisel bir trajedi değil; ekonomik modelin matematiksel bir sonucu.


8. Bugünün Büyük Resmi: Büyüyen Ekonomi, Daralan Yaşam

Kore ve Japonya’nın gençliği başarısız değil.Ama sistem, onların önüne üç kilit koyuyor:

  1. Tam zamanlı iş kapalı

  2. Yaşam maliyeti yüksek

  3. Kuşak borcu ağır

ABD’de gençler “para yetmiyor” diyor. Türkiye’de gençler “adalet ve liyakat yok” diyor. Kore ve Japonya’da gençler “yaşamaya vaktim yok hatta ertesi güne giyecek temiz çorabım yok ” diyor.

Hepsi aynı küresel krizin farklı yüzleri:

  • esnek olmayan işgücü piyasaları

  • aşırı rekabetin normalleşmesi

  • yüksek eğitim ve düşük yaşam kalitesi

  • devlet politikalarının tarihsel ağırlığı


Asya mucizesi, genç neslin omuzlarında kırılan bir sessiz çöküşe dönüştü. Güney Kore ve Japonya bugün bize şunu hatırlatıyor:

Ekonomi büyüyebilir, ama insan küçülebilir. İşsizlik düşük olabilir, ama umut yok olur gider. İş güvencesi vardır, ama yaşam güvencesi yoktur.

Bunlar dünya gençliğinin yaşadığı kalitesiz hayat krizinin Doğu Asya yüzünü gösteriyor. Ve belki de en çarpıcı mesajı şu:

“Fedakarlık mirası bir yere kadar; sonra toplum kendi gençliğini kaybetmeye başlar.”


Meritokrasiye ayak uyduramayan sistemde, en iyi performans gösterenler neden en önce kaçıyor?

Güney Kore ve Japonya’nın bugünkü işleyişi, yüzeyde “çalışan korumacı” görünse de içeride çok farklı bir dinamik yaratıyor:


Normal bir ekonomide A’lar A’larla çalışır; ortalama performanslılar da doğal döngü içinde yerine oturur. Bu böyle işlemiyor ama:


1. Performans kültürünün çökmesi: “Ne yaparsan yap, hepiniz eşitsiniz”

A düzeyindeki bir çalışanın en çok ihtiyaç duyduğu iki şey var:

  1. Adil rekabet

  2. Benim kadar çabalayan insanlarla çalışmak

Ama Kore ve Japonya’da:

  • Düşük performanslı çalışanlar korunuyor,

  • Yüksek performanslılar cezalandırılıyor,

  • Şirketler iç verimlilik yaratamıyor,

  • “Sen çok iş yapıyorsun, o yapamıyor, onu sıkıştırıyorsun” türü gerilimler yaşanıyor.

A’lar şu cümleyi bir noktada kuruyor:

“Ben niye kendimi paralıyorum ki? Bu sistem beni kusuyor.”

Ve valizi topluyorlar.


2. A’lar içerde kaldıkça daha fazla yük biniyor

Çünkü C’ler çıkamıyor; tüm iş, tüm sorumluluk, tüm kalite yükü A’ların üstüne kalıyor.

Bu yüzden yüksek performanslı bir çalışan Kore’de çoğu zaman:

  • iş arkadaşlarının yarısı kadar uyuyor,

  • iki katı iş yapıyor,

  • ama aynı maaşı alıyor,

  • ve terfi hızı kıdeme bağlı olduğu için yerinde sayıyor.

Bu, A seviyesindeki zeka ve disiplin için dayanılmaz bir kombinasyon.


3. Yüksek performanslılar sistemde yok olunca, geriye vasatlık çöküyor

Beyin göçü sadece bireysel bir karar değil;sistemin kendini yiyen döngüsü:

  1. A’lar gidiyor

  2. Şirket içinde kalanların ortalama kapasitesi düşüyor

  3. Yenilik azalıyor

  4. Verimlilik düşüyor

  5. İş yükü artıyor

  6. Kalan A’lar da gidiyor

  7. Ülke yaşlanıyor

  8. Sistem içe kapanıyor

Bu döngünün Japonya’da yarattığı sonuç:

  • 25 yıldır reel büyüme yok

  • İşgücü yaşlandı

  • Gençlerin %40’ı sözleşmeli

  • Zenginlik var ama dinamizm yok

Güney Kore’de ise süreç daha hızlı ve daha sert:

  • Dünya üzerindeki en yüksek beyin göçü hızlarından biri

  • OECD içinde en kötü iş-yaşam dengesi

  • Depresyon oranları yüksek

  • Gençler geleceği dışarıda arıyor


A seviyesindeki insanlar, düşük performans kültürünün içine hapsedilmek istemiyor.


  • ABD gibi performans odaklı ekosistemler A’ları çekiyor

  • Almanya/Avustralya gibi adil-predictable sistemler A’ları rahatlatıyor

  • Kanada/İskandinavlar “insani güvenlik” ile çekiyor

  • Kore ve Japonya ise A’ları tutamıyor, B ve C’lerin arasında erittikçe kaybediyor

Yani mesele ücretin dolgunluğunu geçiyor; iş arkadaşlarının seviyesi önemli kriter haline geliyor.


5. Bu paradoksun en acı yönü: Toplum en çok katkı yapacaklarını kaybediyor

A seviyeler gitmeden önce şu üç cümleyi kuruyor:

  • “Ben verdiğim emeğin değerini görmüyorum.”

  • “Bu sistem beni aşağı çekiyor.”

  • “Burada gelişemem.”

Ve geriye şunlar kalıyor:

  • Kıdeme bağlı ilerleyenler,

  • Sistemden korktuğu için ayrılmayanlar,

  • Değişimi yavaşlatanlar.

Ekonomi büyüse bile kültürel dinamizm çöküyor.

İnovasyon neden daha çok ABD’de ve İsviçre'de patlıyor da Japonya’da değil? A’lar dışarıda anlaşıldığını, performans odaklı çalışabileceğini hissediyor, Japonya’da ise yalnızlaşıyor.


A seviye performans odaklı çalışanı bir ülkede tutmak için sunulan ekosistem şöyle olmalı:

  • Adil rekabet

  • Yüksek standart

  • Kısır kıdem yapısı yerine performans

  • Düşük performansın sistemik koruması değil, adil mekanizmalar

  • Yaratıcı gerilim ve yeniliği teşvik eden kültür


Güney Kore ve Japonya’nın en büyük sessiz çöküşüne işaret edebilir bu: Sistemin içinde en çok fayda sağlayacak olanlar, o sistemden en hızlı kaçıyor.

 
 
 

Yorumlar


bottom of page